Şeyh Sait İsyanı
Şeyh Said, Şeyh Ali’nin torunudur. Mevlana Halit’in Şam’daki dergahında
Şemdinli-Nehri ailesinden Seyit Taha’nın medrese arkadaşıydı.
Öğrenimini tamamladıktan sonra Diyarbakır’ın Lice ilçesine yerleşti.
Daha sonra Palo’ya geçerek imamlık görevini sürdürdü. Şeyh Sait, Şeyh
Ali’nin oğullarından Şeyh Mahmut’un 7 oğlundan en büyüğüydü. Kimi
araştırmacılara göre idam edildiği 1925 yılında 80 yaşınaydı. Ancak
torunu Melik Fırat bir yazısında dedesinin 61 yaşında idam edildiğini
yazmış. Şeyh Said, Kürtçe’nin yanısıra Arapça ve Osmanlıca’yı biliyordu.
Babası Şeyh Mahmut sonradan Hınıs ilçesine bağlı Kolhisar Köyüne
yerleşmişti. Aile hem toprak hem de havyan besiciliği bakımından
varlıklıydı.

Cibranlı Mir Alay Halit Bey Haziran 1923 yılında kurulan Kürdistan
Özgürlük Cemiyeti’nin (Hızba Azadîya Kurdistan) başkanlığına
getirilmişti. Azadî Teşkilatı, Kürt Tealî Cemiyeti’nden farklı olarak silahlı mücadeleyi hedefliyordu.
Örgüt Erzurum’da görevli Halit Bey’in konağında kuruldu. Türkler adına
casusluk yapan Binbaşı Kasım’da örgütün korucu üyelerindendi. Örgüt aynı
zamanda “Bağımsız Kürdistan’ın kurulmasını” savunuyordu. 1924 yılının
baharında yapılan geniş kapsamlı toplantıda; 1926 baharında başlatılacak
ayaklanmanın kararı alınmıştı. Örgütün İhsan Nuri, Bitlis
milletvekili Yusuf Ziya’nın kardeşi teğmen Rıza, Vanlı Rasim ve Tevfik
Celal’dan oluşan 4 subay kökenli üyesi vardı. Örgütün kurulduğunu
Binbaşı Kasım bizatihi Mustafa Kemal’e ihbar etmişti. 1924 yılında
Beytüşşebap’ta görevli Kürt subaylarının firarından sonra devlet
harekete geçerek önce Erzurum’da bulunan Bitlis milletvekili Yusuf Ziya
Beyi gözaltına alarak Bitlis’e götürdü. Ekim ayında Halit Bey’i de
Erzurum’da evinde gözaltına alarak Bitlis’e getiriyor. Şeyh Said ile Kürt Tealî Cemiyetinin eski başkanı Nehrili Seyit Abdulkadir’de
örgütün sahnede görünmeyen üyeleriydi. Kitle ile güçlü bağı olan Şeyh
Said halk arasındaki çalışmalarını sürdürüyor ve silahlı ayaklanmalar
için taban yokluyordu. Seyit Abdülkadir kendisine coğrafi konumundan
dolayı “isyanın Hakkari dağlarında”
başlatılmasını öneriyor. Devletin sıkı gözetimi altında bulunan Şeyh
Said Hınıs’taki evinde basılarak ifadeleri alınıyor. Yer değiştirmek
durumunda kalan Şeyh, Bingöl üzerinden Pîran’a geçiyor. Devletin
ajanları kendisini sürekli izliyorlar. Pîran’da kardeşi Şeyh
Abdurrahim’in evinde kalıyor. 13 Şubat 1925 günü Teğmen Mustafa ile
Teğmen Hasan Hüsnü komutasındaki askeri birlik 6 (altı) asker kaçağını
yakalamak için Pîran’a geliyor. Şeyh Said ile askerler arasında
kaçakların teslimi konusunda gerçekleşen diyalog sonuç vermiyor. Şeyh
soğuk kanlı davranarak bunun bir provokasyon olduğunu biliyor. Meseleyi
büyütmeden köyden ayrılmak istiyor. Teğmenlerden biri Şeyh Said’in
sakalını çekerek hakaret ediyor. Bu durum karşısında sertleşen Şeyh Said
adamlarını harekete geçiriyor. Şeyh Said’in yakasını tutan teğmen ile 2
asker öldürülüyor, diğerleri de etkisizleştiriliyor. Böylece devletin
tezgahladığı provokasyonla 1926’da planlanan isyan bir yıl öncesinde
başlıyor.
Şeyh Sait olaydan sonra Darahînê’ye (Genç) geçiyor ve ayaklanma
haberleri yayılıyor. 14 Şubatta “Emir-ül Mücahidin Muhammed Said
Nakşıbendi” imzası ile Kürtleri ayaklanmaya çağıran bir bildiri
yayınlanıyor. Hani bucağı kısa sürede Kürt isyancıların eline geçiyor.
Ardından Varto alınıyor. Bir piyade alayı yenilgiye uğratıldıktan sonra
Lice’de isyan güçlerinin denetimine geçiyor. Varto’yu alan Şeyh
Abdullah’ın komutasındaki kuvvetler Erzurum’a yöneliyorlar. Şeyh
Şerif’in yönetimindeki Kürt silahlı güçleri
Bingöl’ü aldıktan sonra direnişle karşılaşmadan Elazığ’a giriyorlar.
Merkezi güçlerini Lice’de toplayan Şeyh Said, Diyarbakır’ı almaya
hazırlanıyor. Bu gelişmelerden haberdar olan devlet güçleri surların
içine kapanarak savunmaya geçiyorlar. 3 ve 5 bin dolayında olan Kürt silahlı
gücü 7 Mart 1925 günü gece yarısında Diyarbakır’ı kuşatıyor. 3 günlük
Diyarbakır kuşatmasında şiddetli çatışmalar yaşanır. Devlet bir yanda
Siverekli bazı Kürt aşiretlerinin desteğini alırken; bir yandan da
kurduğu ajan ağı aracılığıyla kiralanan çapulcularla yerli halkın malına
zarar verdirterek yapılanları Kürt güçlerinin üstüne yıkmayı başarır.
Top atışlarının da devreye sokulmasıyla isyan kuvvetlerinde çözülme
yaşanır. Devlet kuvvetlerine komuta eden İzmir kahramanı olarak bilinen
Mürsel Paşa’dır. İsyancı güçler surlardan gedikler açarak şehir
merkezine girmeyi başarır. Ajan-provokatörlerin direktifleri ile yapılan
yağmalama olayları kent halkının isyan güçlerine kuşkuyla bakmasına ve
uzaklaşmasına yol açar. Türk basını Diyarbakır kuşatmasını 16 Şubata
kadar kamuoyundan saklayarak, olup bitenleri küçük bir zabıta vakası
olarak yansıtır. Gazeteler olaydan 10 gün sonra isyan deyimini
kullanmaya başlıyorlar. Devlet sistematik bir biçimde olayın arkasında
İngilizlerin parmağı olduğunu seslendirmeyi ihmal etmez. 24 Şubatta
bölgede sıkı yönetim ilan ediliyor. Kürt isyancılarının ele geçirdikleri
kent ve kasabalar kısa sürede el değiştirir. İsyan önderleri ya İran’a
çekilmeyi ya da gerilla savaşını başlatma kararını alırlar. Ancak
isyanın başlangıcından beri devleti günlük bilgilendiren Binbaşı Kasım,
yeni alınan kararlar konusunda da devleti bilgilendirerek, Şeyh Said’i
yakalatmak için planlar geliştirir. Binbaşı Kasım, Şeyh Said’in damadı
ve isyanın önemli adamlarından biri olan Şeyh Abdullah’ı kazanarak onun
vasıtasıyla Şeyh Said’i yönlendirir. Binbaşı Kasım’dan kuşkulananlar onu
vurmak istiyorlar. Şeyh Abdullah onu koruyor. Atatürk 2 Mart 1925’te
yumuşak gördüğü Başbakan Fethi Okyar’ı görevden azledip, sertlik yanlısı
İsmet Paşa’yı Başbakanlığa getiriyor.
Muş coğrafyasına giren Şeyh Said’i tuzağa düşürmek için Binbaşı Kasım
sürekli oyalayıp hedef şaşırtıyor. Şeyh Said Muş Ovası’nda Murat Nehri
üzerindeki köprüyü geçmek isterken; Binbaşı Kasım “orası giriş için
güvenli değildir” diye karşı çıkıp yine hedef saptırıyor. Bu kez Şeyh
Said Bulanık yakınlarındaki Seyda Köprüsü’ne (Pira Seyda)
yönlendiriliyor. Bu köprüyü de Şeyh Said geçmek isterken Binbaşı Kasım,
“köprüyü Türk askerleri tutmuş” diye itiraz eder. Şeyh Said nehri
atlarla geçmeye karar verirken onun ve Binbaşı Kasım, Şeyh Abdullah
arasında sert tartışmalar yaşanır. Atını suya süren ve nehrin ortasına
kadar ilerleyen Şeyh Said bu kez karşı taraftaki güvenlik güçleri
haberdar edilsin diye Binbaşı Kasım ile Şeyh Abdullah havaya ateş
açarlar. Suyun ortasından tekrar geri dönen Şeyh Said, Kasım ve
Abdullah’ın yanına gelerek ve taktik olarak “Varto’ya gidip Osman
Paşa’ya teslim olacaz” der. Bu arada Binbaşı Kasım Şeyh Said’in
kararsızlığını ve teslim olabileceğini Varto’daki Türk Paşasına
bildirir. Şeyh Said “ben teslim olmuyorum” diye bağırır ve atını yeniden
köprüye sürer. Kasım ve adamları Şeyh Abdullah’tan da cesaret alarak
önünü çevirip teslim olmaya zorluyorlar. Şeyh Said kendi silahı ile
Kasım’ı vurmak isterken silahı ateş almaz. Bu kargaşa sırasında Kasım ve
adamları tarafından esir alınır. Binbaşı Kasım, Osman Paşa’ya bir
teskere yazarak, tutsak aldığı Şeyh Said’i teslim almak için bir
müfrezenin gönderilmesini talep eder. 15 Nisan günü Abdurrahman Paşa
Köprüsü’nde bacanağı Binbaşı Kasım tarafından etkisizleştirilen Şeyh
Sait devlet güçlerine teslim edilir.
Diyarbakır’a
götürülen Şeyh Said hukukla ilişkisi olmayan şahıslardan oluşan
İstiklal Mahkemesi tarafından kısa ve sembolik bir yargılama sonucu
idama mahkum edilir. Uzun yıllar atama ile Hakkari
milletvekilliğini de yapan mahkeme başkanı Türk milliyetçisi Mazhar
Müfit Kansu’nun sanıkların yüzüne okuduğu idam fermanı şu cümlelerden
oluşuyordu:
“Kiminiz hasis, kişisel çıkarlarına bir zümreyi alet,
kiminiz yabancı kışkırtmasını ve siyasi hırslarını
rehber ederek, hepiniz bir noktaya, yani
BAĞIMSIZ KÜRDİSTAN’I kurmaya yöneldiniz.”
kiminiz yabancı kışkırtmasını ve siyasi hırslarını
rehber ederek, hepiniz bir noktaya, yani
BAĞIMSIZ KÜRDİSTAN’I kurmaya yöneldiniz.”
Böylece mahkeme başkanı Kansu “Bağımsız Kürdistan’ı kurmayı” idam
gerekçesi olduğunu açıkça dile getiriyordu. İnfazlar 29 Haziran Pazar
günü gerçekleştirildi. Diyarbakır milletvekili Cavit Ekin ile Şeref Bey,
askeri ve sivil şefler ve eşleri infazda hazır bulunurlar. Şeyh Sait ve
46 arkadaşının infaz sahnesini Fransız ve İngiliz gazetelerine haber
yapan LORD KİNROSS’tan aktaralım.
Çoğu cesaretli bir şekilde öldü. Şeyh Said sonuna kadar istifini bozmadı.
Sehpaya çıkarken mahkeme başkanına gülümseyerek
‘senden hoşlandım’ dedi. ‘Ama kıyamet gününde hesaplaşacağız.’
Askeri komutana da takılarak ‘paşa’ dedi. ‘gel düşmanınla vedalaş.’
Gömlek üzerine geçirilirken kımıldamadan durdu.”
‘senden hoşlandım’ dedi. ‘Ama kıyamet gününde hesaplaşacağız.’
Askeri komutana da takılarak ‘paşa’ dedi. ‘gel düşmanınla vedalaş.’
Gömlek üzerine geçirilirken kımıldamadan durdu.”
Mahkeme üyelerinden biri Ali Saib Ursavaş’tı. Revandız Kürlerindendi.
Türkiye’ye geçerek Mustafa Kemal’in hizmetine girmişti. Mahkeme
aşamasında Ankara’nın talimatıyla Şeyh Said’e ifade değiştirme görevi
ona verilmişi. Ankara, olup bitenlerin bir Kürt ayaklanması olarak
mahkeme tutanaklarına geçmesinden rahatsızdı. İsyanın dini amaçlı ve
hilafetin geri getirilmesine yönelik olduğunu kayıtlara geçirmek için
baskı yapmıştı. Şeyh Said’i buna ikna eden Kürt kökenli mahkeme üyesi
Ali Saib Ursavaş’tı. Şeyh Said’in ifadelerini bu yönden değiştirmesi
durumunda hafif bir ceza ile kurtulacağı ve Hınıs’ta kendisini ziyaret
edip birlikte kuzu yiyeceklerine inandırmıştı. Şeyh Said’in verdiği
sözün arkasında durmayıp infazda hazır bulunan bu iş birlikçi Kürd’e de
söyleyecekleri vardı. Bunu da aktarmakta fayda görüyorum.
-Ali Saib Bey, hani ya doğruyu söylersem kurtaracaktınız?
-Ne yapalım Said Efendi, seninle Hınıs’ta kuzu yiyemedik.
-Doğru söyledin, Saib Bey, ama siz cezamı hafifletmediniz.
-Şeyh Efendi, bundan hafif ceza olur mu?
-Bundan ağırını siz söyleyin...
-Ne yapalım Said Efendi, seninle Hınıs’ta kuzu yiyemedik.
-Doğru söyledin, Saib Bey, ama siz cezamı hafifletmediniz.
-Şeyh Efendi, bundan hafif ceza olur mu?
-Bundan ağırını siz söyleyin...
Ali Saib suskun kalıyor.
Şeyh Said:
-Seni severim, ama seninle mahşer günü mahkeme olacağız.
Ali Saib öfkeyle bağırır:
-Bu kadar Türk kanının dökülmesine, ocakların sönmesine sebep oldun. Cezanı çekeceksin.
İdam sehpasına doğru ilerlerken son sözleri şöyleydi:
“Dünyadaki hayatımın sonuna geldim. Ulusum için kendimi kurban
ettiğimden dolayı pişmanlık duymuyorum. Yeter ki torunlarımız düşman
önünde bizi mahcup etmesin.”
Asılan 47 can “ibreti alem için” gün ortasına kadar darağacında asılı
kaldılar. Sonra da bugün dahi açılması yasaklanan bir çukura topluca
gömüldüler.
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder